Kiracı En Kolay Nasıl Tahliye Edilir? Güç, İktidar ve Mülkiyetin Siyaseti
Bir siyaset bilimci olarak beni her zaman ilgilendiren şey, gücün nerede yoğunlaştığı değil, nasıl meşrulaştırıldığıdır. “Kiracı en kolay nasıl tahliye edilir?” sorusu kulağa teknik bir hukuk meselesi gibi gelir; ancak bu soru, derinlerde iktidarın toplumsal mikro düzeyde nasıl işlediğini gösterir.
Evin dört duvarı arasında yaşanan bir tahliye süreci bile, devletin yasalarından ideolojinin görünmez ellerine kadar uzanan bir güç zincirinin parçasıdır. Çünkü mülkiyet dediğimiz şey, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasal bir araçtır — ve her kiracı, bu düzenin içinde “vatandaşlık” ile “itaat” arasında sıkışmış bir figürdür.
İktidarın Mikro Ölçeği: Ev Üzerinden Kurulan Egemenlik
Bir evi tahliye ettirmek, görünürde bireysel bir hak arayışı olsa da, aslında toplumsal egemenlik ilişkilerinin küçük bir modelidir. Ev sahibi “yasalar”ı, “sözleşme”yi ve “devletin desteğini” temsil eder; kiracı ise “vatandaşın korunmaya muhtaç” tarafını.
Bu ilişki, siyaset biliminin en temel kavramlarından biri olan iktidarın dikeyliğini gösterir: Yukarıda karar veren, aşağıda uyum sağlayan vardır.
Fakat ilginçtir: modern demokrasilerde güç yalnızca yukarıdan değil, ideoloji aracılığıyla aşağıdan da onaylanır.
Birçok kiracı, “zaten ev onun” diyerek ev sahibinin tahliye hakkını içselleştirir. Böylece devletin mülkiyeti kutsallaştıran ideolojik dili, bireyin rızasına dönüşür.
Bu, Antonio Gramsci’nin bahsettiği hegemonyanın tam karşılığıdır: Zorla değil, rıza ile yönetilmek.
Peki, bir toplumda ev sahibi her zaman güçlü, kiracı her zaman edilgen olmak zorunda mıdır?
Yoksa bu rolleri belirleyen şey, hukukun değil, ideolojinin sessiz dili midir?
Kurumlar ve Yasallığın Meşruiyeti
Tahliye süreci, yalnızca bir mahkeme kararıyla sonuçlanan bürokratik bir olay değildir; aynı zamanda kurumsal meşruiyetin nasıl çalıştığını gösteren bir laboratuvardır.
Ev sahibi için “kolay tahliye” demek, genellikle kurumların hızlı ve tek yönlü işlemesi anlamına gelir. Ancak demokratik bir devlette kolaylık her zaman adaletle örtüşmez.
Devlet, bir yandan özel mülkiyeti korurken, öte yandan barınmayı da anayasal bir hak olarak tanır. Bu çelişki, aslında kapitalist düzenin ikili doğasını yansıtır: hem vatandaşın refahını gözeten hem de sermayeyi koruyan bir aygıt.
Kısacası “kolay tahliye” arayışı, devletin hangi sınıfın çıkarını önceliklendirdiğini açığa çıkarır.
Burada erkek ve kadın bakış açıları da farklılaşır:
Erkekler genellikle stratejik düşünür, süreci “nasıl hızlandırırım?” ekseninde değerlendirir. Kadınlar ise sürece daha çok demokratik katılım ve toplumsal etkileşim açısından yaklaşır; empati kurar, ilişkisel çözüm yollarını tartışır.
Siyaset bilimi açısından bu fark, toplumsal cinsiyetin iktidar biçimlerine nasıl yansıdığını açıkça gösterir.
İdeoloji ve Vatandaşlık: Kimin Hakkı Daha Haklı?
Vatandaşlık kavramı, modern toplumlarda hak ve yükümlülüklerin dengesine dayanır.
Fakat ev sahibi–kiracı ilişkisinde bu denge nadiren eşittir. Ev sahibi, “hak sahibiyim” diyerek devlete yaklaşır; kiracı ise “barınma hakkım var” diyerek hak talep eder.
İdeolojik düzlemde ise mülkiyet hakkı, barınma hakkından daha “meşru” görülür.
Bu durum, neoliberal politikaların topluma yerleştirdiği bir düşünme biçimidir: “Sahip olan, haklıdır.”
Oysa siyaset bilimi bize şunu öğretir: sahip olmak, adil olmak anlamına gelmez.
Bir devlette adil mülkiyet kavramı, yalnızca yasal güvenceyle değil, toplumsal vicdanla da ölçülmelidir.
Buradan şu provokatif sorular doğar:
Bir toplumda kiracı, sürekli olarak “geçici” mi kalmak zorundadır?
Mülkiyetin siyasal bir ayrıcalığa dönüşmesi, demokrasinin özünü zedelemez mi?
Sonuç: Tahliye, Sadece Bir Hukuk Meselesi mi?
Kiracı en kolay nasıl tahliye edilir? sorusu, aslında şu şekilde sorulmalıdır:
“Bir toplumda güç, kimin evinde, kimin yasasında, kimin dilindedir?”
Ev, yalnızca bir barınak değil, iktidarın küçük bir sahnesidir. Tahliye süreci ise bu sahnede oynanan siyasal bir oyundur — roller belli, replikler ezberlenmiştir.
Erkekler stratejinin diliyle, kadınlar dayanışmanın sesiyle konuşur; devlet ise düzenin bekçisi olarak suskunluğunu korur.
Sonuçta mesele, bir kiracıyı nasıl çıkaracağımız değil, bir toplumda kimlerin dışarıda bırakıldığıdır.
Ve belki de asıl tahliye edilmesi gereken, adaleti iktidarın hizmetine veren bu sessiz ideolojilerdir.
Okurlar siz ne düşünüyorsunuz?
Güç her zaman ev sahibinin tarafında mı olmalı, yoksa demokrasinin temeli eşitlikte mi yatmalı?
Yorumlarınızı paylaşın — çünkü her tartışma, siyaset biliminin en insani hâlidir.